Çocuk ve Anne
Çocuk ve Anne Arasındaki İlişki
Anne ve çocuk arasındaki bağlılık annenin hamileliği sırasında başlar. 9 ay boyunca onu hayatta tutacak bir kordon ile anneye bağlı olan bebek, fiziksel olarak doğumla anneden ayrılsa bile, ruhsal olarak anneye bağlılığı devam eder. Bebeğin kendisini anne ile bir bütün olarak algılamasının ardından farklılığını hissetmeye başlaması, ayrı bir birey durumuna gelmesi, kendi kimliğini kazanması, psikolojik doğum olarak tanımlanır.
Yaşamın ilk 3 yılı en önemli yıllardır. 0-3 yaşları arasında çocuk bireyselleşebilmek için büyük bir mücadele verir. Anne ile çocuk arasındaki ilişkinin özel ve yakın olduğu bu duruma, psikanalizde iki canlının tek bir organizma gibi birbirleriyle yardımlaşarak bir arada yaşamaları anlamına gelen “simbiyoz” adı verilmiştir. Çocuğun ruhen sakinleşerek kendini güvende hissetmesini sağlayan anneye olan bu yakınlık, simbiyozu tanımlar.
Çocuğun Anneden Kopma Çabaları
Sevgi, sıcaklık ve koruma temeline dayanan anne ile olan bu simbiyotik ilişki, aynı zamanda çocuğun bağımsızlık ve anneden kopma çabalarını geliştirmesinin başlangıcını oluşturur. Agresif tepkiler, ayrılık hareketleri, bağımsız “deneme” eylemleri, çocuğun bireyselleşme girişimleridir. Simbiyoz ve bireyselleşme adı verilen bu iki kutup arasında çocuğun psikolojik gelişimi ortaya çıkar. Bu durum karakteristik aşamalar olarak hayatın ilk yıllarını yapılandırırken, bir gerilim olarak da tüm hayata eşlik eder.
Çocuktaki bu iki ruh hali ona birlik ve güvende yaşama özlemini hissettirirken, aynı zamanda ortak yaşamda kendini kaybetme korkusunu yenme ve kendi bireyselliği için çabalama dürtüsü verir. Bu nedenle “ambivalans” adı verilen ve çocuğun sıkça deneyimlediği, kararsızlıklardan, karşıt duygulardan ve çelişen dürtülerden oluşan bir duygu durumu ortaya çıkar.
Bireyselleşme, karmaşık bir kişisel gelişim sürecidir. Bu süreçte çocuk, bağımsızlığını artırmak, kendi istek ve yeteneklerini ortaya koymak ve psikososyal faaliyet alanını genişletmek için çaba gösterir. Bu çabayı, aynı zamanda, ihtiyaç duyduğunda duygusal olarak “yakıt ikmali yapabileceği” sevgi dolu bir ilişki içinde yaşama isteğiyle uzlaştırmaya çalışır.
Bir Kitap – “Vahşi Şeyler Ülkesinde”
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız çocuktaki bu ikilem bir çok çocuk kitabına da konu olmuştur. Bu durumu en başarılı bir şekilde açıklayan kitaplardan biri de Maurice Sendak’ın Türkçeye “Vahşi Şeyler Ülkesinde” olarak çevrrilmiş olan “Where The Wild Things Are” başlıklı kitabıdır. Öyküde çocuğun bakış açısından, psikolojik gelişim için agresif dürtülerin ve olumsuz duyguların önemi savunulur.
Bir akşam öykünün kahramanı Max”in aklına yaramazlık yapma dürtüsü düşer ve bireyselleşme kişiliği onu kendisini “Vahşi Şey” diye azarlayan annesine saldırtır. Annesine, “Hapur hupur yerim seni” diye karşılık veren Max, bunun üzerine yemek bile yemeden odasına gönderilir.
Daha sonra bu cezayı bir rüya ve oyun yolculuğunda işleyen Max, odasında bir ormanın büyümeye başladığını farkeder ve ortaya özel yelkenlisiyle “Vahşi Şeylerin Yaşadığı Yer” adasına yelken açtığı bir deniz çıkar.
Adaya vardığında orada yaşayan ve korkunç bağırtıları olan, korkunç bir şekilde dişlerini gıcırtadan, korkunç gözlerini deviren ve korkunç pençelerini gösteren “Vahşi Adamlar”la karşılaşır. Onları ehlileştirdikten sonra, adanın kralı olarak “Vahşi adamlara” komuta ederken, güç fantezilerini ve saldırganlığını yaşamaya başlar. “Şimdi gürültü patırtı yapıyoruz!” diye bağırır onlara, “Şimdi durun!” diye emir verir canavarlara ve sonra onları cezalandırmak için yemek yemeden yataklarına gönderir.
Bir süre sonra, kendini yalnız hissetmeye başlayan Max’in içinde kendisini her şeyden çok seven birinin yanında olma isteği belirir.
Böylece “Vahşi Şeyler”in tüm itirazlarına rağmen adadan ayrılır. Bir yıl, birkaç hafta ve bir günlük bir yolculuktan sonra Max kendi odasına varır.
Odasına vardığında masada duran akşam yemeği hâlâ sıcaktır. Max nefret dolu dürtüleriyle baş etmek için, annesiyle özdeşleştikten sonra tekrar alışık olduğu ve güvendiği sıcaklığa dönmüştür.