Doğudan Batıya Saçlar
Grimm Kardeşlerin 1814 yılnda yayınladıkları “Çocuk ve Ev Masalları” kitabındaki “Rapunzel” masalını tanımayanımız yoktur.
Bir cadı tarafından kapısız ve merdivensiz bir kuleye hapsedilen Rapunzel, bir gün kendi kendine şarkı söylerken oradan geçmekte olan bir prens uzaklardan onu duyar ve kuleye gelir. Rapunzel upuzun sarı saçlarını aşağıya sarkıtır ve Prens de saçlara tutunarak yukarı tırmanır. Birbirlerine âşık olan Rapunzel ve Prens, karşılarına çıkan çeşitli zorlukların üstesinden geldikten sonra evlenip mutlu bir yaşam sürerler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…
Grimm Kardeşler’in bu masalı Friedrich Schultz’un 1790’da yayınladığı “Kleine Romane” ismli kitabındaki bir masaldan esinlendikleri düşünülmektedir.
Friedrich Schultz, Fransız Mademoiselle de La Force’dan (1697), Mademoiselle de La Force, İtalyan Giambattista Basile’in (1634) çalışmalarından esinlenmiş.
İsterseniz daha fazla uzatmadan günümüzden bin yıl öncesinin İran’ına gidelim. Samanîler ve Gazneliler dönemleri İran edebiyatının önde gelen Fars şairlerinden Firdevsî’nin yaklaşık 1004 yıllarında tamamladığı 60 bin beyitlik “Şehnâme” isimli eserine bir bakalım. Hayret! Burada da Rapunzel’in saçlarına rastlıyoruz.
Bir av gezisi sırasında İran Prensi Zâl ve arkadaşları, Kabil’e gelirler ve hükümdarın Rudâba adında “güneşten daha güzel” bir kızı olduğunu duyarlar. Zâl, daha görmeden anlatılanlarla genç kıza âşık olur. Rudâba’da yakışıklı prensin geldiğini duymuş ve aynı şekilde anlatılanlarla ona görmeden âşık olmuştur.
Bir akşam Zâl Rudâba’nın bulunduğu kaleye gelir.
3005 Zâl ona karşılık verdi, dedi ki: “Ey ay yüzlü güzel! Benden sana selam ve felekten de aferin olsun! Ben nice geceler gözlerimi Simâk yıldızına dikerek heyecan içinde, her kötülükten uzak olan Tanrı’ya, senin yüzünü gizlice bana göstermesi için yalvardım. Şimdi senin sesini işitmek, bu tatlı ve nazlı sözlerini duymakla sevinç içindeyim. Birleşmemiz için bir çare bul! Sen damda, ben sokakta… Böyle nasıl olur?” dedi.
3010 Komutanın bu sözlerini işiten Rüdâbe hemen gece gibi kara saçlarını çözdü ve onları yeryüzünde hiç kimsenin görmediği, miskten yapılmış bir kement haline getirdi. Saçlar gerdanının üzerine tel tel ve bir yılan gibi kıvrım kıvrım dökülmüştü. Rüdâbe saçlarından yaptığı bu kemendi sarayın damından aşağıya kadar sarkıttı. Sonra ona damdan seslenerek: “Ey pehlivan oğlu pehlivan!” dedi. “Haydi, kemerini bağla, aslan gibi göğsünü açıp padişahlara yaraşan pençelerini uzatarak şu saçlarımın ucundan tut! Onlar senin emrine hazırdır.” *
Fakat Zâl, Rudâbe’nin bu teklifini uygun bulmaz ve yanındakilerden bir kement alarak kuleye tırmanır.
Zâl’in babası İran Hükümdarı Manuçihr oğlunun şeytanî Zahşal soyundan gelen biriyle evlenmesine karşı çıkar. Fakat saray astrologlarının Zâl ve Rudâba’nın doğacak çocuklarının dünyaya hâkim olacağını söylemeleriyle onların evlenmelerine izin verir. Gerçekten de Zâl ve Rudâba’nın oğulları İran mitolojisinin ünlü ve efsanevî kahramanı Rüstem olur.
Güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle…
*Firdevsi, Şahname, Çev: Necati Lugal, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2009